27 Kasım 2012 Salı

Sınır koymak - koymamak / Komik bir hikaye

Bu konu ile ilgili çokça düşünmüşümdür. Özellikle okul çağı başlayıp da kendi doğallığında! yaşayan çocuğun neden tepki aldığını bilmeden sürekli uyarılması ve sonunda çocuğun okula gelmek istememe sürecini gördükçe kurallar ve sınırların erken çocukluktan itibaren verilmesi gerektiğini vurgularım hem kendime hem de çevreme...  Özgür çocuk güzel de nereye kadar özgürlük?
2,5 yaşındaki oğlum Ege bu aralar, tahmin ettiğiniz üzere durması gerektiği noktaları oldukça zorluyor. Nereye kadar gidebileceğini görmek istiyor? Ve bunu bazen hani "gözünün içine baka baka" derler ya bu şekilde yapıyor. Ve sabır bazen tükeniyor. Bazen nerede durdurmalıyım? Ya da durdur malımıyız? soruları geliyor ardı sıra. Genelde söylenen çok "hayır" yerine az ama uygulanabilir "hayır" in olması ve tutarlı şekilde uygulanması. Özellikle guvenlik konusunda taviz yok. Buraya kadar tamam, ancak bazen çok hazırlıksız yakalanıyoruz. O anda hızlı düşünmek, doğru yaklaşmak gerekiyor. Özellikle yemek saatlerinde problem artıyor. Yemek istemediğinde ya da 3-4 kasıkla doyduğunda ısrar edersek ciddi protesto başlıyor. Önce bir çığlık, sonra kasık, çatal uçuyor... Babasıyla ben yemesi gerektiğini, istediğimizi bilumum şebeklik, ciddiyet, rica ile denedikten sonra genelde bir kasık yol almayıp yemeği uçurmaya kadar gidebiliyor is. Birkac kere tabağı kaldırıp sen bilirsin, başka yemek yok dedik. İstemedi cidden, birkaç kere de süt istedi. Bazen verdik, bazen vermedik. Özellikle yemek konusunda sınır ne olmalı? Vermemek gerekiyor biliyorum, ama ya hiç istemezse.
Gecen gün bütün bu aşamalar sonrası babamiz "ceza vereceğim ye bak" dedi. Umru değil Ege'nin. Laf çıktı bir kere. Aramızda kas göz ederek napcaz şimdi modundayiz. En sonunda kitabına uygun yaşı kadar dakika "mola" ya göndermeye karar verdik. Yatağına götürdü Soner ve dedi ki"biraz önce yanlış birşeyi yaptın. Biraz düşün, birazdan konuşacağız" Bizim ki hop zıp 2 dakika zıpladı, gittik yanına, konuyu saptırıp durdu. Offff yani. Çaresizlik ve bıraktık. 2 gündür hatalı olduğunu her düşündüğünde ya da bizim biraz kaşımız kalkınca "ceza mı var? Beni yatağıma gönder." diyor. Ve sırıtıyor. Yani zorluyor yine...
Bu konu ile ilgili daha çok okuyacağım, yaşayacağım, deneyimleyeceğim kesin. Keşiflerimiz olursa paylaşırım elbette. Öneri varsa ve ben duysam, çok iyi gelir :))

24 Kasım 2012 Cumartesi

Cakiltasi

Bugün Öğretmenler Günü. Eğitimin içinde biri olarak bugünu düşündüğümde, çok küçük yaşlardan itibaren bireylerin hayatlarına dokunmak, anılarında yer almak, ilerdeki yasam kararları almalarına vesile olmak, değerlerinin, inançlarını etkilemek inanilmaz heyecan, gurur verici bir olay. Ayni zamanda buyuk bir sorumluluk. Bunu her ogretmen biliyor mu acaba? Ya da sinifta soyledigi her sozun, giyinisinin, durusunun cocugun hayatini bicimlendirdigini! Egitim ailede baslar, ancak egitim hayatinin buyuuk kismi okulda ogretmenleri ile sekillenir. Bu noktada ogretmenin kabulu ve her ogrenciyi kucaklayisi onemlidir. Belli bir tip ogrenciyi desteklerken, bazi zorluk cikaran ya da zorluk yasadigi! Ogrenciyi yurekten kabul etmeyince o ogrenciye nasil bir mesaj verdigi uzerinde cokca dusunulmelidir. Ogretmenin isi bilgi vermekten cok otededir. Hayatinin rehberidir. Yol gosterendir. Bugune kadar benim cok ogretmenim oldu, hepsinin izi var hayatimda. Kimisini gulumseyerek ve iyi ki tanimisim diye hatirliyorum. Kimisini de ne yazik ki cok da iyi hatirlamiyorum. Ozellikle psikolojik danisman olup ta kendi sureclerimin de farkindaligi artinca bu daha cok farkettigim bir olgu oldu benim icin. Bunun farkinda olarak onemimi ve sorumlulugumu aklimda tutarak da meslek hayatimi okulda surduruyorum. Kucuk dokunuslarin buyuk etkilerinin farkindayim. Biliyorum ki egitimci olmak tipki "Hansel ve Gratel" masalinda oldugu gibi, karanlik yolda onlara CAKİLTASİ olarak yol gostermek. Yillar once bir masldrama calismasinda bilmeyerek (aslinda belki de bilerek) sectigim, rol gibi...
Tum ogretmenlerimizin Ogretmenler Gunu Kutlu Olsun.
Sevgi ve saygilarimla

22 Kasım 2012 Perşembe

Cinsiyet ve Oyuncak

Geçen gün bir blogda okuduğum yazı ve sonrasında yazıya gelen yorumlar beni çok düşündürdü... Gördüm ki kız ve erkek çocuklarının oyuncakları arasında ciddi ayırımlar var. Özellikle erkek anneleri ve çoğunlukla da babalar erkek çocuklar bebekle, evcilik takımıyla oynarsa "bozulur" diye korkuyorlar. Toplum olarak maviler ve pembeler bizde çok keskin ayrılıyor, daha doğmadan çocuklar, erkekse mavi, kızsa pembe döşeniyor ilk dünyaları... Sarılar, yeşiller küsüyor mu acaba bu arada? Bu kadar ayrılmalı mı?

Ben bu konuda bu kadar keskin düşünmüyorum... Tabii ki kararında olmak gerekiyor. Erkek çocuklara elbise giydirin, annesinin makyaj fırçasını verin demiyorum ama, bu kadar da fobi oluşturmayın... Çocukların hayali oyunları, oyun kurmaları 2,5 yaş sonrası gelişmeye başlıyor... "mış" gibi oluyorlar. Doktormuş gibi, babaymış gibi, arabaymış gibi... Bunun için de top, araba yetmiyor... Benim 9 yaşında bir kız yeğenim var. Ege dünyaya geldiğinden itibaren bazı kıyafetler ve oyuncaklar ondan aktarıldı bize... Bunun içinde kırmızı kazak ta vardı, mor t-shirt te... Evcilik seti de vardı, kız bebek te..Arabalar da... (Yağmur Ece de arabaları çok sever) Biz de erkek bebekler aldık Ege'ye... tamir oyuncakları, legolar, hayvanlar, arabalar... Parmak kuklaları... Ve Ege çay servisi de yapıyor. Erkek bebeği tamirci baba da yapıyor... Dans ta ediyor, futbol da oynuyor...Bazen uysal bir kedi oluyor, bazen aslan.. Ve rolleri, cinsiyet oluşumunu bence her biri olumlu etkiliyor.. Hiç te kız gibi olmadı mesela, erkek olduğunun farkında 2,5 yaşında...

Size son bir anımızı anlatıp bitireyim yazıyı: 3-5 gün kadar önceydi... Kendiliğinden bir oyun gelişti. Şu eğilen çubuklar var ya, çok becerikli olmadığım için, Ege bir şey yap dediğinde bir çöp adam yaptım, Ege bu adam olsun dedi... Sonra bana "bir de kadın yap" dedi. Sonra da çocuk... O adamı aldı, İsim bulamadı. "adam bey" oldu. Ben de kadın ve çocuk vardı. Kadın "ayşe" oldu. Çocuk da çocuk :) Ayşe hanım, adam beye "arkadaş olabilir miyiz?" dedi (Ayşe bendeydi) Ege "adam bey" olarak "kahvaltıya gidelim" dedi. Çocuğu da alıp kahvaltıya gittik. Aklıma garson geldi. Babamıza "garson bey bize kahvaltı getirir misin?" dedim. Baba odadan oyuncak sebzelerimiz ve evcilik setimizle bir tepsi hazırlayıp geldi... Çok eğlendik. Söyleyin şimdi, bunun ne zararı olabilir ki? :)))

20 Kasım 2012 Salı

Bir Adım Geriden...

17 -18 Kasım 2012' de okulumuzda düzenlenen "21. Yüzyılda Ebeveyn Olmak - 1. Ebeveynlik Kongre"' sinde görevlerimden dolayı sunumlara giriş ve çıkışlar yapma olanağım oldu. Ancak bir kaç sunumu baştan sona izleyebildim... İki günün sonunda yorgun ama mutluydum... Bazen çok bildiğiniz, tanıdık gelen, bir yerlerde haklı olduğunuzu bildiğiniz ama tam da anlamlandıramadığınız durumlar vardır. En azından benim için çokça oluyor... Bu iki günde de birçok buna benzer durumun onayını almak, "ha iyi doğru yapıyormuşuz yahu" durumunu yaşamak gayet keyifli :)) Ne kadar işin içinde de olsam, psikolojik danışmanlıkta yapsam anne olmak başka bir ruh durumu getirdi bana... Onaylanmak istiyorum bazı durumlarda, ya da yalnız olmadığımı duymak, çocuktan sonra evlilik dinamiklerinin değişmesi ve yeniden uyuma dair birşeyler duymak, hatta buna dair paylaşım grupları oluşturmak bu o kadar iyi geliyor ki... Mehmet Sungur' un "Evlilik Dansı" sunumunda, yeni değil belki, ama evliliğe dair hoş anektoklar bulmak, Erdal Atabek hocamızı bir guru gibi dinlemek.. kafamı yoran değerler, değişen değerler, benim tanımımla yozlaşan bazı değerleri dinlerken ya sanki biri benim beynimdeki uçuşan sağdaki soldaki bilgileri derleyip toplamış ve toplayamadıklarımla tabi ki dile getiriyor duygusu yaşadım... ve çocuk yetiştirirken nasıl değerleri kazandıracağım düşüncesi... Bu esnada bir velimizin sorusu ve kafamdaki soruya paralellik taşımasının verdiği hoşluk... Çiğdem Kağıtçıbaşı hocamızın özerklik dönemini bu kadar mı iyi anlatır diye düşünerek ikinci kere keyifle dinlediğim anlar...Arada yapılan sohbetler... Çok çok hoştu :)
En son sunum Yankı Yazgan' ın dı. "Ebeveynliğin Bilimi Olur mu?" konusunda çok değerli, çok keyifli bilgiler paylaştı. Benim aklımda en çok kalan cümlesi ise:
NE İKİ ADIM GERİDEN, NE İKİ ADIM ÖNDEN, ÇOCUĞUN TAM BİR ADIM GERİSİNDEN TAKİP ETMELİ !
En azından benim aklımda kaldığı haliyle cümle böyleydi... Vardır elbet sebebi...